Uçaklar, seçimler, olaylar, krizler. Ne hareketli topraklardayız değil mi?
Zaman zaman sanki her an bunların biri veya bir kaçı yaşanmıyormuş gibi duruyoruz. Öylece duruyor şirketler, toplantılar, planlamalar, insanlar...
Bir bekleme hali geliyor çöküyor üzerimize. “Şu olsun da bir ondan sonra bakalım duruma” cümleleri başlıyor. Duruyor ve bekliyoruz. Sonra zaman geçiyor, yavaş yavaş bu “bekleme hali” de sıkmaya başlıyor ve minik minik hareketleniyoruz. Sonra bir yeni durum daha geliyor ki yukarıdaki senaryo aynen baştan sonra tekrar ediyor. Bunu sık sık ve sürekli yaşadığımız halde o “bekleme” ve “durma” hallerini de yaşamaya devam etmek yerine kaçımız “hayat devam ediyor” diyebiliyor, çalışmamıza, üretmemize, yaşamın devam ettiğine dair emeğimize devam ediyoruz? İşte “umut” da tam bu noktada başlamıyor mu?
Örneğin kurumsal bir şirketteyiz. Birçok proje var konuşuluyor, planlanıyor, onay süreçlerine giriyor. Ve sonra bir olay, bir durum, bir kriz. Duruyor her şey. Geldi yine bekleme “durma” hali.
İşte bu anlarda çalışanlar ne hissediyor? "Kötü bir şeyler mi olacak?” ve tabii cevapsız sorular dolaşmaya başlıyor. Oysa beyin, boşlukları sevmez. Hemen doldurmaya başlıyor, vee gelsin kulisler, dedikodular. “İşten çıkarmalar başlayacakmış” “şirket satılacakmış” “küçülüyormuşuz”...
Bir anda mutsuz, bağlılığı düşen, yani umutları kırılan insanlar topluluğu.
Peki ne yapılabilir? Ufak dokunuşlar, doğru ve hızlı bilgilendirmeler, minik planlamalarla “hayat devam ediyor” hissi yaratılabilir mi?
Umut hep var... Değil mi?
댓글